30 Kasım 2012 Cuma

DP & DEKLERASYON 3

DEKLARASYON 3

İstanbul GİK Üyeleri ve İlçe başkanları olarak; Demokrat Parti, kamuoyuna duyurumuzdur.

Bugün, 28.11.2012 tarihinde üçüncü toplantımızı gerçekleştirdik,

15.Kasım.2012 tarihinde yaptığımız deklarasyona bağlı olarak yapılan toplantı sonucunda; yaklaşan seçimlere rağmen partimizde yaşanan zafiyetler partimizin güç kaybetmesine sebebiyet vermektedir.
Parti kamuoyunda oluşan istek doğrultusunda ve zaten zamanı gelmiş olan büyük kongrenin bir an evvel toplanması için, Genel idare kurulu üyelerimiz, İstanbul delegelerimiz ve İlçe başkanlarımız ile müşterek toplantı yapılmasına karar verilmiştir.

Toplantı yeri…………………………….: TAKSİM HİLL OTELİ
Toplantı Tarihi…………………….....: 09.12.2012 – PAZAR
Toplantı öncesi kahvaltı saati….: 10.00

Konu hakkında çalışma yapmak üzere; Komite, İlçe Başkanları ve İstişare Kurulları yetkili kılınmıştır.

Çalışma için yetkilenmiş İlçe Başkanları ve İstişare Kurulu;

DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Hayrettin Öztürk
DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Süleyman Uluocak
DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Yaşar Gençoglu

İLÇE BAŞKANI Halide Avlu
İLÇE BAŞKANI Eyüp Güngörmez
İLÇE BAŞKANI İslam Güçlü
İLÇE BAŞKANI Hakkı Küçük
İLÇE BAŞKANI Turan Yalçın
İLÇE BAŞKANI Temel Yavuz Kotaloğlu
İLÇE BAŞKANI Yaşar Karahan

Düzenleme komitesi adına;

DEMOKRAT PARTİ GİK Mustafa İyi
DEMOKRAT PARTİ GİK Hayrettin Özaydın
DEMOKRAT PARTİ GİK Tolga Batallı

    Saygılarımızla, 28.11.2012 İstanbul


DP KOMİTE İLETİŞİM BİLGİLERİ
Tel; 0532 2015862
     E mail; dpkomite@hotmail.com     

26 Kasım 2012 Pazartesi

Ekonomist TÜRK - II

DP'deBüyükKongrlentisi

dpde-buyuk-kongre-beklentisi
EkonomistTÜRK’ün “Merkez Sağın Son Kalesinde Neler Oluyor” başlığı ile açtığı Demokrat Parti Dosyası’na ilk tepki GİK Üyesi Hayrettin Özaydın’dan geldi. Özaydın, “Artık doğru konuşmak zamanıdır” diyerek başladı sözlerine…
24 Kasım 2012 Cumartesi 23:53
Daha sözlerinin başında Demokrat Parti’nin bu ülkede “ilk”lere imza attığını sayısız hizmetler yaptığını ancak bunları olması gerektiği gibi anlatamadığından dert yandı.
Ülkeyi 10 yıldan bu yana yöneten ve “Merkez Sağ” olduklarını iddia eden Ak Parti’ye “Gerçek Demokrasinin kalesi Demokrat Partidir. Burası Merkez Sağın adresidir” dedi. Ama arkasından da “Bu yeti, partimizin tekelinden alındı” itirafında bulundu.
ÇİLLER’DEN SONRA HALKLA ARAMIZ AÇILDI
Tansu Çiller’den sonra, bu misyonun halk ile arasının açıldığına dikkat çeken Hayrettin Özaydın “Çiller verdiği söz gereği siyasetten ayrılmıştır. Sonrasında gelen liderler, bu davanın gerçek sahipleri, Adnan Menderes ,Zorlu ve Polatkan gibi düşünememiştir. Halbuki, sadece bizlerin değil bu ülkenin de “Demokrasi Şehidi” olan bu üçlü siyaseti halk için ve hiç bir farklılık gözetilmeden yapılacak bir hizmet olarak düşünmüşlerdi” dedi.
Demokrat Parti misyonunda, Atatürk, Bayrak ve Din konularının tartışılmaz değerler olduğuna dikkat çeken Özaydın, “Ancak bunlar hiç bir zaman siyasi malzeme olarak kullanılmadı. Bugün iktidarda olan partinin yöneticilerinin bir taraflarına rahmetli Özal’ın diğer taraflarına da rahmetli Menderes’in fotoğrafını alarak siyaset yapmalarını doğru bulmamaktayız. Bu fotoğrafları yanlarına almakla demokrat olunmaz! Aslında onlar, ne rahmetli Menderes’e ne de rahmetli Özal’a itibar etmiyorlar” diye konuştu.
Basın’ın bu dönemde çok büyük bir baskı altında olduğuna dikkat çeken Özaydın iktidarın kendilerine uygun yazı yazmayanı, kendileri için mücadele etmeyeni hemen saf dışı bıraktığını öne sürdü. İşte bu yüzden basında doğruları yazacak gazetecilerin yok denecek kadar azaldığından yakındı.
Sözü bu noktaya getirmişken “İl ve İlçe teşkilatlarımızla yaptığımız çalışmaları, düzenlediğimiz toplantıları, seminerleri, yemek ve diğer etkinlikleri biraz önce ifade ettiğim nedenlerden dolayı medyada göremiyoruz. İşte böylesine zor bir dönemde Demokrat Parti saflarında mücadele eden İl ve İlçe başkanlarımızı ‘kale komutanlarımız’ olarak canı gönülden kutluyorum” dedi.
Ama Özaydın dertliydi, sanki dilinin altında bir bakla vardı…
“İlk seçimlerde tek başımıza meclise girmemiz mümkün görülmemekle birlikte akıllı bir koalisyon ile seçime girilirse mecliste DP vekilleri olabilecektir. Bu konu için farklı parti yöneticileri ile görüşmelerimiz devam etmektedir. Evvelki seçimlerde yapılan yanlış ittifaklardan ders aldık. Aynı yanlışları yapmayacağız” deyiverdi.
İşte tam burada “Peki şu an sizin de içinde olduğu Genel Merkezin çalışmaları hangi durumda?” diye sorduk.
Kendisinin 20 yıldır aynı arkadaşlarıyla siyaset yaptığını, son büyük kongrede de genç ve mücadeleci olarak gördükleri Gültekin Uysal’a destek verdiklerini belirterek “Ben genel başkanı çok tanımıyorum. Kendisi ile ilk defa çalışıyoruz. Yapılan GİK toplantılarında kanaat ettim ki aklımızdaki Genel Başkan bu değil. Sayın Uysal ile bu hedefleri yakalayabileceğimize olan inancımı kaybettim” dedi.
Bunun nedenini sorduğumuzda da;
Her zaman partim için çalıştım…
Kişiye endeksli biat etmek bizim siyasi kültürümüzde yok. 
Burada kim yanlış yaparsa o eleştirilir. GİK üyesi olarak bütün teşkilatların vebalini boynumuzda olduğunu unutmadan siyaset yapıyorum. Bugün yaşadığımız tam bir hezimettir. Maalesef çok kötü işler yapıldığını görüyoruz. İstanbul ilçe başkanaları ve GİK üyeleri ile toplantı yaptık. Alınan ortak ve tek çözüm kararı, partinin bir an evvel Genel kurula götürülmesidir. 
Sayın Genel Başkanın bir an evvel partiye ve kendisine daha çok zarar vermeden genel kurul için karar çıkartması, en azından bir güven tazelemesi gerekmektedir. Benim gözlemlediğim kadarıyla, GİK üyeleri, İl ve İlçe başkanları bunu beklemektedir. Böyle bir ortamda Genel Başkan olanları görmezden gelirse kaybeden hepimiz oluruz. Zira gidecek hiç bir yerimiz yok biz hep buradaydık, burada kalacağız.
Peki bu konuları şu anki Genel Başkan Gültekin Uysal’a ilettiniz mi? Kendisi ne diyor?
Genel başkan ile fazla diyaloğum olmadı. 
Seçildikten sonra ve çalışırken hiç bir zaman kendisini tebrik ya da farklı bir konuda makamında ziyaret etmedim. Sadece çalışmalarımı sundum ve yetki istedim. Genel Merkez tarafından ciddiye alınmayan raporlarımı İstanbul teşkilatına dağıttım. Ben kendisini seçen, ona oy veren bir kanaat önderi olarak bu şekilde karşılandım ki, parti içinde muhaliflerin durumunu siz düşünün. 
Son durum için yine iki kez rapor yazdım.
Hem kendisine hem yetkili divan üyelerine hem de GİK üyelerine verdim. Bunun yetersiz olduğunu görünce Ankara’ya özel bu gündem ile gittim. İki gün konakladım. Genel Başkan beni dinledikten sonra “haklısın, haklısın, haklısın” dedi. Ama yine hiç değişen bir şey olmadı. 
Bir misyonu temsil etmenin, her yiğidin harcı olmadığını bir kez daha gördüm. Ama şunu hiç unutmamak lazım; kaldıramayacağınız yükün altına girerseniz ezilirsiniz. Zaman geçmeden bırakmak, geleceğe dair yanlışların önüne geçecektir. 
Bir iki yanlış yalan konuşan zaten bu partide hiç bir ilçe başkanlığı yapmamış teşkilatı tanımayan kişi GİK üyesi olmuş. Bunların dediği ile hareket ederek yanlışa yanlış katılmaktadır. Bu partiye borcumuz yok bizim. Biz bu parti ile büyüdük, iktidar olduk muhalif olduk. Doğru söyledik, kovulduk. Ama hep doğru dürüst olduk.
Hep burada olduk, hep burada olacağız…
Büyük Kongre delegelerine ulaşarak parti içinde ne yapmak istiyorsunuz? 
Biz “Kongreye gidin güven tazeleyin” dedik, ama dinlemediler!
Burası gelenin kalabileceği bir makam değildir! 
Asıl olan üyedir, delegedir. 
Bu partinin gerçek sahibi üyeleri harekete geçirerek genel kurula gitmeyi düşünüyoruz. 
Önümüzdeki günlerde geniş katılımlı bir toplantı düzenliyoruz. 
Burada genel kurul delegeleri ile bir araya gelerek konuyu değerlendireceğiz. Genel başkan gitmiyorsa, delegenin isteği ile genel kurula gitmek en doğru yoldur.
İstanbul teşkilatları olarak bu konuda bir komite ve istişare grubu oluşturduk. İlçe başkanlarımız, GİK üyelerimiz ve partimize yıllarca emek vermiş kanaat önderlerimizle birlikte çalışmalarımıza devam ediyoruz.
HAYRETTİN ÖZAYDIN KİMDİR?
1967 İstanbul Tophane’de doğdu. İstanbul Teknik Bilimler Akademisi Elektronik Bölümünden Tekniker olarak mezun olduktan sonra, Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimini bitirdi.
Siyasete Beyoğlu İlçe Gençlik kolları ile başladı. Daha sonra ana kademe ilçe başkanlığı, il yöneticiliği, il gençlik kolları başkanlığı yaptı.1999 yılında Beyoğlu Belediye Başkan adayı oldu. 2006 yılına kadar MKYK (Merkez Karar Yürütme Kurulu) üyeliği görevinde bulundu.
2007 Yılında yapılan kongrede, genel başkan adayı olarak öne çıktı. 2011 yılında, Gençlik kollarında görev yaptığı arkadaşlarıyla “Merkez sağda birlik hareketi” başlatarak ANAP ve DYP tabanını DP de birleştirme çalışmalarına katkı verdi.İstanbul İl Yönetim Kurulunda üye olarak görev yaparken 2012 yılında DP 8’nci Olağanüstü kongresinde Gültekin Uysal’ın listesinden GİK’e girdi.
Özaydın,1992 yılında kurmuş olduğu “Özaydın Ltd.Şti.” çatısı altında Uydu tv sektöründe hizmet veriyor. 1994 yılında kurulmuş olan, Hedef Koç Danışmanlık Ltd. Şti. ile elektronik sektörüne uluslar arası ticaret danışmanlığı alanında da faaliyet gösteren Hayrettin Özaydın’ın çalışmaları bunlarla da sınırlı değil.
T.C Adli yargı, sınaî hakları mahkemesi ve Gümrük kaçakçılık şubesi ticari ürün yeminli bilirkişisi olarak da görev yapan Özaydın, Genç İşadamları Derneği’nin Genel Başkanlığı, Dünya uydu birliği GVF Türkiye temsilcilği, Türkiye’de Uydu Tv sektörünü temsil eden ilk ve tek dernek olan ve TUYAD’ın Genel Başkanlığı ile birlikte Karaköy Esnaf Birliğinin kurucu başkanı ve yöneticisi, Bilek güreşçileri federasyonu kurucu başkanı ve yöneticisi, Fersaf derneği kurucu başkanı ve yöneticisi olarak görev yapıyor.
Kendisini “Koyu Fenerbahçeli” olarak tanımlayan Hayrettin Özaydın’ın 18 yaşında kızı ve 22 yaşında psikolog oğlu var. 

Haberin etiketleri:

***
bay cin-doruk, "partinin bu haline üzülüyormuş"....
Cindoruk:PartininCbuhalineüzülüyorum
cindoruk-partinin-bu-haline-uzuluyorum-
“Merkez Sağın Son Kalesinde Neler Oluyor?” başlığı altında gündeme getirdiğimiz Demokrat Parti konusuna GİK üyesi Hayrettin Özaydın’ın ardından, TBMM eski Başkanlarından Hüsamettin Cindoruk’da katıldı. Cindoruk, partinin şu andaki haline üzüldüğünü söyledi.
26 Kasım 2012 Pazartesi 00:27
Merkez Sağı diriltmek adına ANAP’ı Demokrat Parti çatısı altında buluşmaya ikna eden Hüsamettin Cindoruk, ülkenin yaşamakta olduğu sıkıntıların da merkez sağın yeniden güçlenmesiyle aşılabileceğini bildirdi.
Eski Bakanlardan Ufuk Söylemez’in de içinde olduğu “Milli Anayasa Forumları”na katılarak konuşmacı destek veren Cindoruk, “Partinin bu hale gelmesinde herkesin payı var. Ben bu durumu daha önceden görmüş ve Mesut Yılmaz ile de paylaşmıştım. Demokrasilerde care tükenmez. Mutlaka bir yol bulunacaktır” şeklinde konuştu.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Merkez Sağın son kalesinde neler oluyor?


MerkezSağınsonkalesindeleoluyor?
merkez-sagin-son-kalesinde-neler-oluyor
Türk Demokrasi Tarihi denildiğinde, Demokrat Parti ile başlayan merkez sağın adresini yok saymak mümkün değil. Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanlığına çıktığı günden itibaren kan kaybetmeye başlayan "Merkez Sağın Kalesi"nde neler oluyor? EkonomistTürk, Demokrat Parti dosyasını açıyor...
23 Kasım 2012 Cuma 22:35
1946 yılında Celal Bayar ve arkadaşları tarafından kurulan ve 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Adnan Menderes’in liderliğinde iktidara gelerek 27 yıllık tek parti dönemini yerle bir eden, üst üste 3 seçim kazandıktan sonra yolu 1960 ihtilali ile kesilen Demokrat Parti’de sancılı günler yaşanıyor.
1960 ihtilalinin ardından Ragıp Gümüşpala’nın kurduğu Adalet Partisi’nde, 1980 ihtilalinden sonra da Doğru Yol Partisi çatısı altında buluşan merkez sağın temsilcileri, Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı’na çıkmasıyla sürekli kan kaybetmeye başladı!
Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olarak adını tarihe yazdıran Tansu Çiller’in yüzde 27,5 oy oranından, yüzde 9,8’lere kadar düşürdüğü bu misyona Elazığ’dan Bağımsız Milletvekili seçilme başarısı gösteren Mehmet Ağar sahip çıktı.
Kıratın yeni süvarisi olan Ağar, 2007 seçimleri öncesi ANAP’a “Adalet Partisi’nin çocuklarıyız. Dedemizin adı (Demokrat Parti) altında birleşelim” diyerek çağrıda bulunmuş ve o günkü ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu ile karşılıklı adımlar atılmıştı. Büyük yankı uyandıran bu girişim ise “Merkez Sağ canlanıyor” yorumlarına neden olmuş ve yapılan seçim anketlerinde ibreler Demokrat Partiden yana yüzde 20’nin üzerine çıkıvermişti!
Ancak ne olduysa oldu…
Bir gece bu girişim bir bıçak gibi kesildi…
Taraflardan bu konuda tek kelime çıkmadı…
…Ve 2007 seçimlerinde AKP daha da büyüdü.
Mehmet Ağar’ın “Artık yokum” demesinin ardından yeni süvari adayları sahnedeydi. Ağar’dan sonra yapılan ilk büyük kongreyi Süleyman Soylu kazandı. Soylu’da, bazı söylemleriyle Ak Parti’ye yakınlık gösterince DP delegesi eski Genel Başkanlardan Hüsamettin Cindoruk’u yeniden görevlendirdi.
TBMM’de Meclis Başkanlığı görevini de yapmış olan Cindoruk usta kimliği ile yarım kalan birleşme işlemini gerçekleştirdi. ANAP, Demokrat Parti çatısı altında DYP ile birleşti.
Bu defa sahnede Namık Kemal Zeybek vardı…
Delegeler, Milliyetçi-Muhafazekar duruşu, Türk Dünyası’na yakınlığı ile tanınan Zeybek’in hem AKP’den hem de MHP’den oy alabileceğini düşündü. Umutlar yeni genel başkana bağlandı. 2011 yılında yapılan genel seçimlerde Demokrat Parti ne yapacağını bilemedi. MHP ile ittifak yapmak istese de Devlet Bahçeli tarafından buna sıcak bakılmayınca BTP (Büyük Türkiye Partisi) Genel Başkanı Prof.Dr. Haydar Baş ile seçim ittifakına gidildi.
Ancak DP’yi bekleyen yine hüsrandı…
2011 Genel Seçimlerinden aldığı 279.480 oy ile yüzde 0,65 seviyelerine düşen DP’de “Demokrasi Nöbeti” için yine adaylar ortaya çıktı.
Ufuk Söylemez ve Nevzat Ercan gibi Bakanlık yapmış adaylar arasından Gültekin Uysal sıyrıldı.
Afyonkarahisar’da İl Başkanlığı, Mehmet Ağar döneminde de Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulunan Uysal’ın omuzlarına büyük yük bindi.
Eski Genel Başkanlardan Süleyman Soylu’nun Ak Parti saflarına geçmesine karşılık yurdun dört bir yanındaki DP teşkilatları, yeni Genel Başkan Uysal’dan ses getirecek icraatlar bekliyorlar.
Bütün teşkilatlarda bu beklenti varken, Demokrat Parti’de neler yaşanıyor?
İşte bu sorunun cevabını da bir sonraki gün sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Türkiye 2002 yılından bu yana Ak Parti tarafından yönetilirken, bu süre içinde kendilerini “Kıratın Yeni Süvarisi” olarak tanımlayan Genel Başkanlar da kıratı bir türlü şahlandıramadı. İktidar “Merkez sağı biz temsil ediyoruz” derken, gönlünü DP’ye kaptırmış olanlar buna şiddetle karşı çıkıyorlar.
Bir gün mutlaka “Kırat”ın yeniden şahlanacağını, yeniden merkez sağın adresi olacağını haykırıyorlar.
Ama herkes sıkıntılı...
Peki ya bu partiden beklentide olanlar ne istiyor?
(YARIN DEVAM EDECEK)
***
DEMOKRAT PARTİ DOSYASI
EKONOMİSTTÜRK Demokrat Partiye gönül veren, Merkez Sağın Kalesinin güçlenerek ayakta kalmasını isteyenlerin sözcüsü.
Oğuz UÇAR
Genel Yayın Yönetmeni
--------------------------------------------------------------
Cep : 0532 353 66 00
TAKİP EDİN

22 Kasım 2012 Perşembe

DP., DEKLARASYON 2

DEKLARASYON 2                                                                                                 20.11.2012 İstanbul

İstanbul GİK Üyeleri ve İlçe başkanları olarak; Demokrat Parti, kamuoyuna duyurumuzdur.
Bugün ikinci toplantımızı yaptık, 15.Kasım.2012 tarihinde yaptığımız deklarasyona bağlı olarak;
Ülkemizin ihtiyaç duyduğu DEMOKRAT RARTİ’ inin yönetiminin iktidara gelmesi çalışmalarında, mevcut parti yönetim kadrosunda görülen zafiyetlerin aşılması gerekliliği görülmüştür.
Parti kamuoyunda oluşan istek doğrultusunda, Büyük kongrenin bir an evvel toplanması için çalışma yapmak üzere komite ve istişare kurulları kurulması kararı alınmıştır.

Komite üyeleri;

Komite başkanı DEMOKRAT PARTİ GİK Mustafa İyi
Komite sekreteri DEMOKRAT PARTİ GİK Hayrettin Özaydın
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Halide Avlu
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Eyüp Güngörmez
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI İslam Güçlü
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Hakkı Küçük
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Turan Yalçın
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Temel Yavuz Kotaloğlu
Komite başkan yardımcısı İLÇE BAŞKANI Yaşar Karahan

İstişare kurulu;

DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ İbrahim Çetinkaya
DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Hayrettin Öztürk
DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Süleyman Uluocak
DEMOKRAT PARTİ KANAAT ÖNDERİ Yaşar Gençoglu 
  
DP KOMİTE İLETİŞİM BİLGİLERİ
Tel; 0532 2015862
E mail; dpkomite@hotmail.com
***
YETER!... SÖZ MİLLETİNDİR...

17 Kasım 2012 Cumartesi

BÖYLE "MEYDAN BOŞ BIRAKILIRSA" EĞER!... OLACAĞI BUDUR İŞTE...

Adnan Menderes'in Bazı Bilinmeyenleri...
Adnan Menderesin Bazı Bilinmeyenleri...
Turgay Tezcanlı
MENDERES'İN VE 1960 İHTİLALİNİN YANLIŞ DEĞERLENDİRİLDİĞİ ŞU GÜNLERDE BÖYLE BİR HATIRLATMA YAZISININ GELMESİNE SEVİNDİM..O YILLARDA 18 YAŞINA BİLE HENÜZ GELMEMİŞ HATTA DOĞMAMIŞ TÜM TANIDIKLARINIZA GÖNDEREREK (Şimdiki TRTRTE nin Yapmış olduğu taraflı yayınları umursamayıp) GERÇEKLERİ GÖRMELERİNE YARDIMCI OLUNUZ LUTFEN.
BİZLER YAŞADIK VE UNUTAMADIK...

BANU AVAR' DAN ALINAN 
BİR OKUR MEKTUBU
Menderes neden idam edildi?
Adnan Menderes İmralı Adası'nda 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden sağlam raporu alındıktan sonra öğlen 13:21'de idam edildi.

Adnan Menderes neyle suçlanmıştı?
1- Örtülü ödenek paralarını zimmetine geçirmek,
2- 6-7 Eylül Olayları'na önceden haberi olduğu halde müdahale etmemek,
3- Kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırtmak,
4- Bazı muhalefet milletvekillerinin ve muhalefet liderinin seyahat özgürlüğünü kısıtlamak,
5- Devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak,
6- Halkı Demokrat İzmir gazetesinin matbaasını tahrip etmeye teşvik etmek
7- Kırşehir'i haksız olarak ilçe yapmak,
8- Yargı bağımsızlığının ihlal etmek,
9- Tahkikat Komisyonu'nun kurulup olağanüstü yetkilerle donatmak,
10- CHP'nin mallarına "haksız" yere el koydurmak, gibi nedenlerle.

Peki bunlar idam cezası için yeterli mi?
Bence hiçbir suçun cezası idam olamaz, idama tamamen karşıyım. Fakat Menderes de idama karşı mıydı?
Elbette değil, 1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di. İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı.

Suçu neydi?
Rusya için casusluk yapmak.
Menderes'in başka suçları yok muydu?
Aslında Menderes'in suçları mahkemelerde gündeme gelmeyenlerdi.
ABD'nin tepkisinden çekinen Gürsel hükümeti aşağıdakileri hiç gündeme getirmedi.
1- 1951 yılında Menderes hükümeti Kore Savaşı'na Amerika için asker gönderdi.
Amerikan çıkarları için bine yakın vatan evladı Kore'de yaşamını yitirdi, binlercesi yaralandı.
2- 1952'de NATO'nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp yapacak Seferberlik Tetkik Kurulu, daha sonraki adıyla Özel Harp Dairesi kurdu.
3- 1954 yılında Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi.
4- Tek parti döneminde kurulan bazı traktör ve basma fabrikaları Menderes döneminde özelleştirildi veya ekonomik olmadıkları için kapatıldı. Nuri Demirağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirme kapsamına alınan uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası Menderes döneminde NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapattı.
5- Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Fransa'yı destekledi.
6- 1954-1958 yılları arasında 238 gazeteci iktidara karşı yazılar yazmak suçundan mahkûm ettirdi.
7- "Tahkikat Komisyonu"nu kurdu. 15 DP milletvekilinden oluşan komisyon hem suçlama hem de yargılama hakkına sahipti. Komisyon 5 kişiden fazla yan yana yürümeyi bile yasakladı.
8- İsmet İnönü'ye 12 oturum meclisten men cezası verildi.
9- Turan Emeksiz hükümete karşı İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen bir protesto mitinginde polisin açtığı ateş sonucu öldü. Hüseyin Onur ise sol bacağı kesilerek kurtarıldı.
10- Hukuk'un üstünlüğünü savunan Yargıtay Başkanı Bedri Köker, Yargıtay Başsavcısı Rifat Alabay, Yargıtay 2. Başkanlarından Haydar Yücekök, Yargıtay Üyeleri Melahat Ruacan, Kamil Çoşkunoğlu, Faik Uras ve İlhan Dizdaroğlu “görülen lüzum”üzerine emekliye sevkedildi.

Aslında Menderes hükümeti, ordu darbe yapacak gerekçesiyle daha 6 Haziran 1950'de, başta Genelkurmay Başkanı Nafiz Gürman olmak üzere bütün üst komuta kademesi  dahil olmak üzere 15 general ve 150 albayı re'sen emekliye sevk  etmişti.
1950-1960 DP hükümetinin kısa bir değerlendirmesini yapmaya çalıştım.

Başbakan Erdoğan, Menderes'in ölüm yıldönümü ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı Necip Fazıl'dan şiir okuyarak tamamladı. Ben de Nazım Hikmet'tin bir şiiri ile yazımı tamamlıyorum. O şiirde belki Menderes'in niçin idam edildiğini de bulabilirsiniz.

KORE'DE ÖLEN YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ DİYET
Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,iki hayın,ve zeytini yağlı iki gözünüzle bakarsınız kürsüden Meclis'e,kibirli kibirli ve topraklarına çiftliklerinizin ve çek defteriniz
Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki elinizle okşarsınız, iki tombul, iki ak, vıcık vıcık terli iki elinizle
okşarsınız pomadalı saçlarınızı, dövizlerinizi, ve memelerini metreslerinizin.
İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna   Eisenhower'in,
ve bütün kaygınız, iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri,
halkın tekmesinden korumaktır.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni,yani, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme, vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan, ve ben, al kan içinde ölürken çığlığımı duymamanız için kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim, kopuk ellerim, kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz, ele el, bacağa bacak, diyetimi istiyorum,
alacağım da.
25 Haziran 1959

Kaynak : http://www.haber3.com/adnan-menderesin-bazi-bilinmeyenleri...-106416y.htm#ixzz2CUit2YcU

15 Kasım 2012 Perşembe

DEKLARASYON, 15 KASIM 2012


DEKLARASYON                                                                                                   

İstanbul GİK Üyeleri ve İlçe başkanları olarak;
Demokrat Parti kanaat önderlerine, kamuoyuna duyurumuzdur.

Ülkemiz ne yazık ki küresel çağın ekonomik, sosyal ve siyasal gereklerine uygun, projelendirilmiş ve toplumsal mutabakata dayalı bir değişim yaşayamıyor.
Demokrat Parti içinde; değişim adına yapılanlar ise hedefi olmayan, tutarsız, kararsız ve dar menfaat kavgaları etrafında atılan, küçük adımlardan öteye geçemiyor.

Parti Ekonomimiz bir iflasın eşiğindedir. Nitekim en yetkili ağızlar bile uygulanan politikaların tek hedeflerinin mal varlıklarımızın elden çıkarılması olduğunu söylemekte, yapılabilirse bunun bile başarı olabileceğini ifade etmektedir.

Siyasetin kendi içinden ve dışından etkisiz kılınmasıyla gelinen bu noktada, mevcut yapı kadrolara; ‘Susun, İstifa edin ya da Küçülün’ tavsiyeleri yapılmaktadır.

 Demokrat Parti özgürlükçü ve paylaşımcı siyaset adına atılan bir adım iken, genel başkan Sayın Gültekin Uysal ve ona bağlı bir takım kadroları, susmayı ve ‘küçük olsun benim olsun’ mantığı gibi bir algıyı partiye yerleştirmek istemektedirler.

 “DEMOKRAT PARTİ MEVCUT YÖNETİMİN PARTİ İÇİ VE/YA ULUSAL PROJELERİ YOKTUR”

Mevcut hali ile Partimiz, Genel Başkanlık makamı ve yüksek kurullar, kurumsal kimliği yıpranmaktadır.

Bizler Demokrat Partinin kale komutanları olarak; Tek bir madde ile deklare ediyoruz, Biran evvel Büyük kongre kararı alınmalı ve partimiz içine düştüğü rehavetten kurtarılmalıdır.

DEMOKRAT PARTİ GİK Üyesi Hayri Erçağ
DEMOKRAT PARTİ GİK Mustafa İyi
DEMOKRAT PARTİ GİK Hayrettin Özaydın
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Adem İpek
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Gülay Ezibay
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI R.Cahit Gürsoy
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Yaşar Taşkıran
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Salim Gelen
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Recep Akar
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Eyüp Güngörmez
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Paşa Kaçan
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Muzaffer Polat
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI M. Ali Özdemir
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI İslam Güçlü
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Hakkı Küçük
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Mihrican Ahipaşaoğlu
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Turan Yalçın
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI T.Yavuz Kotaloğlu
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Yaşar Karahan
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Ömer Sert
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Esat Çelik
DEMOKRAT PARTİ İLÇE BAŞKANI Halide Avlu

15.11.2012 İstanbul

18 Eylül 2012 Salı

16 - 17 EYLÜL 2012


51. Sene-i devriyesinde: 16 - 17 Eylül!...,

EN KARA GÜN!..
DEMOKRASİ, ATA-TÜRK, ADALET VE HUKUK, ASILARAK İDAM EDİLDİ...
Mustafa Nevruz SINACI
“Şehid Başvekil Merhum Adnan Menderes; Polatkan ve Zorlu anısına”
Adnan Menderes 1899’da Aydın’da doğdu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti. O'nu Anneannesi büyüttü. Tahsiline İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başladı; Kızılçulu Amerikan Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, devlete müracaat ederek, Misyonerler hakkında şikâyetlerde bulundu. Makamlardan birinin başında Celal Bayar vardı. Bu vesileyle Celâl Bayar’la tanışmış oldu.
Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askerliğini yaptı. Aydın’da Kuvva-i Milliye bağlamında Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha sonra Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. İstiklal Madalyası aldı. Ali Fethi Okyar’ın 1930’da kurduğu, ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı teşkille İl Başkanı oldu. İl Başkanı iken Mustafa Kemal Atatürk tarafından hususi olarak ziyaret edildi. Nezaketen ve çok kısa süreli olarak plânlanan ziyaret saatlerce sürdü. Parti kapatılınca HP’ye girdi. Mustafa Kemâl Atatürk’ün emir ve isteği ile 1931’de Aydın Milletvekili seçildi.
1945’e kadar TBMM’de komisyon raportörlüğü yaptı. Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte CHP Disiplin kurulunca 12 Haziran 1945’te ihraç edildi. Celal Bayar da hem partiden hem de Mebusluktan istifa etti. Bu hareketler Demokrat Parti’nin 7 Ocak 1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde Kütahya Mebusu olarak meclise girdi. Celâl Bayar’dan sonra Demokrat Parti içindeki ikinci adam durumu ve konumuna geldi.
            14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidara geldi.
10 senelik iktidarın tek başbakanı olarak döneme damgasını vurdu. İktidarı zamanında 5 hükümet kurdu. Bu zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye adalet, hukuk ve kalkınma kavramıyla tanıştı.
            27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya hapsedildi. Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca (!) idama  mahkûm edildi. Yassıada'da tutuklu bulunduğu sırada çok zalimce ve insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Duruşmalarda İzzet-i nefsi ile oynandı. Hapishanede sürekli rencide edildi. 
          ATATÜRK'ÜN SÖZÜ VE CHP MACERASI
          Türk demokrasi tarihinin en önemli şahsiyetlerinden olan Adnan Menderes 1930’da katıldığı Serbest Cumhuriyet Fıkrası feshedilince, Celal Bayar'la görüşerek, Cumhuriyet Halk Fırkasına girdi, en sonunda da Mustafa Kemal'in "Bugün konuştuğum genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir gençtir. Gün gelecek bu ülkede Demokrtasi’yi kurmak şerefi ona nail ve nasip olacaktır" cümlesi ile takdir ve beğenisini kazanmıştı. 1931 yılında Atatürk’ün emir ve direktifi ile CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına kadar CHF Milletvekilliğini sürdürdü.
            Adnan Menderes o dönemi şöyle anlatır: 
"Atatürk zamanında ben, Aydın'da Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın belediye seçimlerini kazandım. Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası’nın lider ve ileri gelenleri ile tanışıyordum. Ama CHF'na, onların rica ve ısrarına rağmen girmedim... Fethi Bey'in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür hâkim oldu. Halk Partisi kendini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler gönderildi. Bu arada İzmir ve Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet geldi... Ben bu heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar İttihat ve Terakki’den hocamdı... Ve temas nihayet temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O zamana kadar CHF’na karşı çekingen davranan ve mütereddit tanınan arkadaşlarla, bu partiye girdik.
        27 MAYIS DARBESİ
        Sabah saat 04: 36'da Ankara Radyosu'ndan yapılan bir anons, nefesini tutan insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme aracı olan devlet radyosundan evlere ulaşan menfur bir yalandan ibaret anonsta, ''Bugün, demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla, kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla; TSK, memleketin idaresini eline almıştır'' deniliyordu.. Böylece Türk halkı darbe ilk defa tanışmış oldu. Reis-i Cumhur Celal Bayar Çankaya Köşkü'nde; Başbakan Adnan Menderes Kütahya'da tevkifle gözetim altına alındı. Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP milletvekilleri de bulundukları mekânlardan toplanarak Harp Okuluna götürüldüler. Demokrat Parti iktidarı ile iyi ilişkiler içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak üzere; Üst rütbeli binlerce asker ve bürokrat derhal cezaevlerine konuldu. Ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucu tüm Demokrat Partili milletvekilleri, üst derecedeki bürokratlar ve polis şefleri tek tek evlerinden alındı. Demokrat Parti’li siyasiler yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildiler. Darbecilerin emir ve kademe zinciri dâhilinde hareket eden sözde mahkeme haklarında idam hükmü verdi ve 16 Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes alçakça asılarak idam edildiler.
           Rûhları şâd olsun.
         MENDERES'İN SON DAKİKALARI
          İmralı'ya gelindiğinde, memleket içinde ve dış basında sıhhi durumu hakkında türlü spekülâsyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu misafir salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımı olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacı arasındaki 80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla katetti. İmralı Adasının etrafında ve içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. İmralı Adası etrafında donanmamıza mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve hava askerleri görülmekteydi. Menderes'e MBK.'nin tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir salonunda tefhim edildi. Cumartesiyi Pazar’a bağlıyan gece saat 01.30'da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için tekrarlandı. Menderes Egesel'i dinlerken korku ile sarsıldı. Fakat zamanla kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu çıkararak daha da küçülmüş ve son arzusu sorulduğu zaman bir sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken şunları söyledi:
- Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın.” Menderes, sabaha karşı saat 02.31'de Zorlu'nun ipe çekildiği darağacında asılarak idam edildi. Aynen Zorlu ve Polatkan gibi, idam ve infaz edilmek için darağacına götürülürken, bilekleri arkasına bağlanmıştı.
             61 NOL'U TEBLİĞ
            Milli Birlik (?) Komitesi İrtibat Bürosunun 17 Eylül 1961 Tarih ve 61 numaralı tebliğidir:
            1- Ord. Prof. Dr. Sedat Tavat, Amiral Bristol Hastahanesi Dahiliye Servisi Şefi Dr. Nevzat Yeginsu ve Yassıada Garnizon Hastahanesi tabiplerinden Dr. Galip Bozalioğlu, Dr. Ahmet Karahaliloğlu, Dr. Zeki Kebapçıoğlu ve Dr. Sedat Yürütgen'den müteşekkil heyet tarafından düşük Başvekil Adnan Menderes'in sıhhi muayenesi yapılmış sıhhi durumunun tamamen normale döndüğü raporla tesbit edilmiştir.
            2- Yüksek Adalet Divanınca verilen ve Milli Birlik Komitesi’ nce tasdik edilen idam cezası hükmü infaz edilmiştir. Tebliğ olunur.
                1. YORUM VE KATKI:  (mahfuz)
         “27 Mayıstan bir gün sonra 28 Mayıs günü, ABD Ankara Büyükelçisi Warren, darbe lideri Cemal Gürsel’in yanına Selim Sarper ile aynı arabada gidiyordu. Sarper, C. Gürsel’in yanına ABD Büyükelçisi ile girdi. Bu görüşme meyvesini çabuk verdi. Cunta kölesi kurucu meclis’te hükümetin Dışişleri Bakanı Fahri Korutürk altı saat sonra görevden alındı ve yerine Selim Sarper getirildi. 1961’de CHP’den milletvekili atanan Sarper, İnönü hükümetlerinde de Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü. Yıllar sonra gizliliği kalkan ABD Diplomatik Belgeleri, Sarper’in Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD lehine casusluk yaptığını ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel hakkında ağır ifadeler kullandığını gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Sarper, kendi Devlet Başkanı için ABD’ye “That Gursel was not a great brain” yazıyordu. İsmet İnönü’nün hep yumuşak elini sırtında hissettiği Sarper, TC’nin Dışişleri Bakanı mıydı?, yoksa ABD’nin Türkiye temsilcisi mi çok tartışılır. Ancak Sarper Dışişleri Bakanlığı döneminde SSCB’nden gelen her türlü normalleşme talebini hem ABD’ye bildiriyor hem de etkisiz kılıyordu. Sarper en son 1965 ‘de CHP milletvekili seçildi. 1968 yılının Ekim ayında öldü.” (….)
                 2. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Her türlü gayri-ciddilik, ayırımcılık, kayırımcılık, cehalete pabuç bırakma, yalakalık ve toplumun tüm vidalarını gevşetme operasyonları Menderes döneminde ve iktidarda kalma hırsının eseridir. Ama millet, İnönü ve şürekâsından -haklı olarak- o kadar nefret etmişti ki, “bir kurtarıcı misal” O’na sarıldı. ABD zaten ülkeye İnönü döneminde musallat olmuştu, 27 Mayıs Hükümetleri ile iyice tüm kılcal damarlara nüfuz etti ve bu ülkede, Atatürk ve İnönü döneminde görev alan Türk asıllılar "kasadan ve masadan" uzaklaştırılarak, tüm ülke dönme, devşirme, kripto kimlikli çift kişilikli "bin bir surat" etki ajanı karaktersiz cibilliyetsizlere terk ve teslim ederek;  toplumun tüm asgari müşterek ve ortak değerlerini yozlaştırma sürecini hızlandırdılar. Geçmiş geçmişte kaldı. Bu gün çok önemli… Yarın da belli değil.....” (…)
                3. YORUM VE KATKI: (mahfuz)
            “Evet, 27 Mayıs bir devrimdi ama yeniden bir devrim daha yapılabilir. Meydanı boş kaldı sananlar AKP’nin nasıl hesap vereceğini görmek isterler mi acaba?  27 Mayıs “darbe” değil devrimdi. Ama ne yazık ki, bir iki hafta içinde ABD'nin güdüm ve kontrolüne girdi. Eğer o zamanın silâhlı kuvvetleri NATO ordusu olmasaydı, şimdi Türkiye tam bağımsız, kendi uçağını, tankını kendi yapan sanayileşmiş ve gelişmiş ileri bir ülke olurdu. 27 Mayıs'ın tam ve gerçek bir devrim olabilmesi için., İlk önce NATO'dan çıkma kararı alınması gerekli ve zorunlu idi.  Ancak, Ordunun üst kademesi NATO emrindeki subaylarla dolu olduğundan, bu yapılamadı. Türkiye, bir ABD sömürgesi olarak bu günlere kadar geldi ve artık, yok olma tehlikesi potansiyel bir tehlike değil, fiilen gerçek oldu...” (…)
            ÖNEMLİ NOT:
Halihazır kurulu “Darbeleri Araştırma Komisyonu”, Meclis, 550 (sözde) parlamenter ve hükümete rağmen!.. Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle ve bilhassa "son elli yılı" ile hesaplaşması, helâllaşma, yüzleşme ve ibrası; Bu menfur icra, şaibeli, acı ve muzlim karanlıkların aydınlatılması; Makûs talihin değiştirilmesi;. Darbeci, cuntacı ve sultacılar tarafından alçakça, kalleşçe ifa olunan bütün soygun, yalan-talan ve vurgunların ortaya çıkartılarak, Bedelinin usul ve füruğ dâhil tahsil edilip, devletin namusunun kurtarılması; Tüyü bitmemiş yetimin hakkının tahsili ile 27 Mayıstan günümüze bütün suçlular cezalandırılarak; Kamu Vicdanı’nın rahatlatılması…
            Ne zaman mümkün olacak?... Acaba!...

15 Eylül 2012 Cumartesi

16 - 17 eylül, idamlar ve ANIT MEZAR..... (2012 / 51. YIL)

İdamının 51. Yılında Şehit Başvekil Adnan MENDERES

            1899’ da Aydın da doğdu. Küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmenin acılarını yaşadı. Babaannesinin sevgisiyle büyüdü. İzmir Amerikan Kolejinde okudu. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Askerliğini yedek Subay olarak yaptı. Terhis edildikten sonra Çakırbeyli’de ki çiftliğine çekildi. Milli Mücadele’ de gösterdiği kahramanlık ve üstün hizmetlerin karşılığı olarak, “İstiklâl Madalyası” ile ödüllendirildi.
            Politika ile ilk teması, Aydın İl Başkanı olarak “Serbest Fırka” ile başlar. 
            1931’de, Atatürk’ün isteği ile Halk Partisinden Aydın Milletvekili olarak seçildi. 11 Haziran 1945’ de toplanan CHP’ grubuna Celâl Bayar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan ile birlikte verdikleri “Dörtlü Takrir” nedeniyle ve yazdığı makaleler sonucu 21.Eylül.1945’ de partiden ihraç edildi. Ama O, Meclis Genel Kurulunda yaptığı etkili konuşmaları ve yayınladığı makaleleri ile “Demokrasi kurallarına uygun bir yönetimin ancak, tam, serbest ve tek dereceli bir seçimle iktidar olabileceği” fikrini savunmayı azim, inanç ve kararlılıkla sürdürdü.
            07.Ocak.1946’da Celâl Bayar, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü ile birlikte Demokrat Partiyi   kurdu. Menderes, Genel Kurul Üyesi olarak Genel Başkanı Celal Bayar’ın da desteği ile, dört yıl süreyle yurdun dört bir tarafını dolaşarak Demokratik yönetim biçimine ait olan fikirlerini açık, samimi, inandırıcı bir üslup içinde savundu ve anlattı.
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük bir çoğunlukla iktidara geldi. Atatürk’ün en büyük arzu, hayal ve ideali olan Demokrasiyi Cumhuriyet ile buluşturdu. Bu nedenle “Beyaz İhtilâl” olarak nitelenen 14 Mayıs, “Demokrasi Bayramı” ilân edildi. Bu arada Atatürk’ün Başvekili Celâl Bayar, TC’nin 3. ve ilk sivil Cumhurbaşkanlığına seçildi. Adnan Menderes Başbakanlığa getirildi. İlk işi, memlekette barış ve huzuru sağlamak amacıyla bir Genel Af çıkartmak oldu. Ayrıca, “Devr-i sabık yaratmayacağız” kararı ile iyi niyetini gösterdi. Dış siyasette NATO’ya girmenin çetin yollarını aştı.
14.Mayıs.1950’ de başlayıp, 27.Mayıs.1960 günü yapılan darbeye kadar geçen on yıllık süre içinde; Yıllardır ihmal edilmiş, geri kalmış, içerde ve dışarıda itibar kaybetmiş olan Türkiye’ yi baştan başa yeniden imar ve inşa etti. İşsizlik ve yoksulluğu yendi. Maddi, manevi ilmi ve kültürel değerleri yeniden kazandırdı. Tarihten silinmeye ve yok olamaya yüz tutmuş Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden hayata geçirdi. Dünya siyaset tarihinde eşi emsali görülmemiş büyük bir kalkınma, gelişme ve çağdaşlaşma hareketlerini gerçekleştirdi.
Merhum Menderes zamanında halk, insanca yaşamayı öğrendi. Cehalet, yokluk, yoksulluk ve işsizlikten kurtuldu. Milli ve manevi değer, eser ve zenginliklerine kavuştu. Devlet adeta baştan başa yenilendi. Demokrasi kurumlaştı ve bir yaşam biçimi olarak yerleşme yoluna girdi. Öyle ki, NATO standart, norm ve kriterlerine göre bu dönemde, normal şartlarda yüz yıla tekabül eden büyük bir kalkınma ve gelişme hareketi yaşandı. Menderes ve arkadaşlarının Demokrat Parti ile gerçekleştirmiş olduğu eserler bugün, çok sevdiği Milletinin hizmetindedir.
Ancak, bu olağanüstü kalkınma, gelişme, çağdaşlaşma ve demokratikleşme hareketini vatan ve millet düşmanları ile devleti ve milleti soymaya alışmış kitleler içlerine sindiremedi. On yıllık iktidarı boyunca, sonuncusu dahil tam 4 darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. Fakat, O, vatanını, devletini insanını ve askerini yürekten seven, ordusuna güvenen, demokrasi, hak, adalet ve hukuka dayanan bir insandı. Bu sevgi, saygı, güven ve “güvendiği orduya” karşı duyduğu samimi itimat nedeniyle ve “kan dökülmesin, masum insanlar telef olmasın, devletin ve demokrasinin düzeni bozulmasın” inancıyla bir avuç çapulcuya karşı çıkmadı. Sabır ve tevekkül yolunu seçti. Elbet yanlış, yalan ve iftiraların ortaya çıkacağını, iktidarının aklanacağını ve aziz ve necip Türk milletinin gerçekleri göreceğini sanıyor ve bu yanlıştan muhakkak dönüleceğine inanıyordu. Bu inanç ve itimatla; Hükümete samimi ve sadık olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetlerini harekete geçirmedi. Milletin selâmeti için teslimiyeti seçti.
Fakat, bir avuç isyancı (38 kişi) tarafından gerçekleştirilen ve Menderes’in “vatan ve millet aşkı” nedeniyle mukavemet görmeyen darbe ne hikmetse muvaffak olunca, tutuklanarak Yassıada’ ya götürüldü. Türk hukuk tarihinin utancı olan yüksek adalet divanı nam uyduruk mahkemelerde sözde yargılanarak idama mahkum edildi. Burada kendisine eziyet, zulüm ve işkenceler yapıldı. Hayali sükut ve hüsrana uğramıştı. Bir kez intihara teşebbüs etti.
O, kendisini milleti ve memleketine adayan büyük bir devlet adamı ve büyük bir vatanseverdi. 17 Eylül 1961 günü öğle saatlerinde idam sehpasında bile son sözleri “vatan sağ olsun” olmuş, “Allaaah!...” diyerek ruhunu (emaneti sahibine) teslim etmiştir. Vatan sağ olsun. Nur içinde yatsın.

                 İdamının 51. Yılında

(Eski Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı)

               Fatin RÜŞTÜ ZORLU

1910’da İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’nden sonra Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu, Cenevre Hukuk ve İktisat Fakültelerini bitirdi. Dışişleri’nde Hukuk Müşavir Yardımcısı oldu. Aynı Bakanlığın Ticaret Dairesi şefi olarak da çalıştı.
O zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ ın kızı Muallâ hanımla düğünleri, 30 Ağustos 1933’te bizzat Atatürk tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Bern ve Paris Büyükelçilikleri’nde Baş katiplik görevlerinde bulundu. Moskova Büyük Elçiliği Müsteşarı oldu. Beyrut’ta Başkonsolosluk yaptı. Cumhuriyet tarihinin en ciddi, iyi ve ilkeli hariciyecilerinden biri olarak yetişti.
1950’den sonra Devlet Bakanlığı Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel Sekreterliği’ne getirildi. 1951’de Büyük Elçi olarak NATO’da Türkiye Daimi Temsilciliği görevine atandı.
1954’te Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili seçildi. Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. İki defa Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Dışişleri Bakanlığı zamanında başta Kıbrıs konusu olmak üzere, Türkiye’nin dış politika ilişkilerinin gelişmesi ve gelenek doğrultusunda yerleşip kurumlaşmasında çok büyük katkılarda bulundu. Londra, Zürich ve Garanti antlaşmalarını hazırladı. İmzalanması ve hayata geçmesini sağladı. 
27.Mayıs.1960’da tutuklanarak olağanüstü Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp, yüksek adalet divanınca idama mahkum edildi. Yassıada da çok haksız ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Bu yüz karası ve hukukun utancı durumundaki mahkemelere adeta meydan okudu. Yine de dönemi ile ilgili bütün eylem ve işlemlerini sonuna kadar yiğitçe savundu. Cumhuriyet tarihinin en iyi ve en vatansever, Atatürkçü (Kemalist) ve milliyetçi Dışişleri Bakanı olduğunu tarihe altın harflerle yazdırdı. Her celsede mahkeme heyetine neredeyse ders verdi. Arkadaşlarının en büyük destekçisi ve moral kaynağı idi. İsyancı cunta ve cuntacılara asla taviz vermedi, asla af ve aman dilemedi. Fakat, sonunda onları buraya tıkan irade hükmünü vahşice icra etmekte gecikmedi.
16 Eylül 1961 günü kadere inanmışların rahatlığı içinde abdestini aldı, namazını kıldı. Çok yüksek ve onurlu bir tavırla Yiğitçe sehpaya çıktı. İpi boynuna kendisi geçirdi ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mekânı cennet olsun.
 İdamının 51. Yılında
( 1, 2, 3 ve 4. Dönem Menderes Hükümetleri Maliye Bakanı )

Hasan POLATKAN

            1915’te Eskişehir’de doğdu. Eskişehir Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Ziraat Bankası’nda Müfettiş olarak çalıştı. 1946’da Demokrat Parti’den Eskişehir Milletvekili olarak seçildi.
1946 – 1950 döneminin demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesinde rol aldı. Celâl Bayar, Menderes ve arkadaşları ile bütün Türkiye’yi dolaştı. Halkı aydınlattı. Vatandaşın yaşadığı yokluk, ızdırap, sıkıntı ve mahrumiyetleri yerinde gördü.
Birinci Menderes Hükümetinde önce Çalışma Bakanlığı yaptı.Sonra Maliye Bakanlığına getirildi. Maliye bakanlığı süresince; Milli Siyaset Belgesi, Atatürk ilke ve inkılâpları ile “namuslu, dürüst, demokrat, temiz devlet-dürüst hükümet” prensibi doğrultusunda çok büyük, önemli ve değerli eser ve hizmetlere imza attı. Maliye Bakanlığını kurumlaştırdı. 
“Devletin Namusu” kavramını maliye teşkilâtına yerleştirdi. Dahilde Ekonominin gelişmesi, uluslar arası iktisadi ilişkilerin kurulması, milli kaynakların aktive edilmesi ve dönem hükümetince sürdürülen akıl almaz kalkınma ve gelişme hızının mali motivasyonu gibi çok büyük hizmetler ifa etti. Vergi kanunlarının demokratik hukuk, insani boyut, evrensel kriter ve adalet ilkelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesini sağladı. Liberal ekonomik düzenin yerleşmesi, imkân ve fırsat eşitliğinin yaratılması ve serbest piyasa koşullarının oluşmasına öncülük ve önderlik yaptı.
27 Mayıs 1960’a kadar bu görevde kaldı. Yassıada Olağanüstü Mahkemesinin kararı ile idama mahkum edildi, hüküm 16 Eylül 1961 günü uygulandı. O tatlı yüz, o sevimli insan böylece yürekten inandığı  yüce yaratıcısına kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun.

Anıt mezar
Bu Anıtmezar, Türk tarihinin çok hazin bir hikâyesini sergiliyor:

            Ülkemiz 1945 yılında çok partili hayata geçtikten sonra kurulan siyasi partiler arasında Demokrat Parti’nin müstesna bir yeri vardır. 7 Ocak 1946 tarihinde Adnan Menderes ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, kısa zamanda halkın sevgi ve güvenini kazanmış, 14 Mayıs 1950 ‘de yapılan tek dereceli ilk seçimde iktidarı ele alarak memleketi 10 yıl idare etmiştir.
            Tarihimize “Demokrat Parti Dönemi” adı ile geçen bu dönemin tek Başbakanı Adnan Menderes’tir. Bu yıllar, kalkınma açısından Türkiye’nin atılım yılları olduğu gibi, dış politika bakımından da memleket güvenliğinin sağlandığı bir dönemdir. Demokratik rejimin getirmiş olduğu güven duygusu içinde Türk Milleti, geleceğine umutla bakıyor. Ve Türkün kaderi, serbest demokratik rejimle birlikte, pek açık bir suretle artık değişiyordu. 10 yıllık Demokrat Parti dönemini işte böyle özetlemek mümkündür.
            Fakat yurdumuzun bu hızlı kalkınması, ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir hükümet darbesi ile kesintiye uğradı. Demokrasinin gelenek ve teamüllerinin henüz yerleşmediği bir dönemde, türlü tesirler altında orduda kurulan bir askeri cuntanın gizlice hazırladığı darbe ile Demokrat Parti iktidarı sona erdi. Darbeyi gerçekleştiren cunta, memleket yönetimini ele aldı, ve devirdiği partinin liderleriyle birlikte 400 kadar milletvekillini de tutuklayarak Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada’da gözetim altına aldı. İhtilal İdaresi, DP’li siyaset ve devlet adamlarını kendisinin seçtiği kimselerden oluşan ve “Yüksek Adalet Divanı” adını verdiği özel bir mahkemede “Anayasayı ihlal yakıştırması” ile yargılatarak, 348’ini ağır cezalara mahkum etti. İdam cezasına çarptırılan 15 kişiden olan üçünün, Başbakan ve Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın cezalarını yine Marmara’nın ortasında bulunan bir başka adada, İmralı Adası’nda asarak infaz eyledi.
            Fakat 27 Mayıs darbesi, Türk halkı tarafından asla tasvip görmemiş, hele üç devlet adamının darbe tarihinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten, yani iktidara yöneltilen suçlamaların iftira olduğu ortaya çıktıktan sonra idam edilmeleri ise, memleketteki üzüntüyü bütün bütün arttırmış, milli birlik ve beraberliğimizi sarsarak, ülkemizi iktisadi açıdan tam bir durgunluğun, rejim yönünden de şiddetli bir buhranın içerisine atmıştı. Türkiye’nin böylesine bir gerginlik içinde kalamayacağı aşikardı. 1961 yılının sonbaharında işbaşına gelen sivil idare, Yassıada hükümlüleri için arka arkaya af kanunları çıkarmaya başladı ve müebbet hapis cezasına mahkum olanları dahi birkaç yıl içerisinde serbest bırakarak cezaevlerini boşalttı. Sonra hepsinin siyasi hakları iade edildi.
            Ama, Af Kanunları, Demokratların uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için yeterli değildi. Zira, darbe ile düşürülüp, ağır cezalara çarptırıldıktan sonra bile, Türk Politika hayatı üzerinde güçlü tesir ve nüfuzu devam ettiren ve halkımızın yanında böylesine yüksek itibara sahip bir siyasi kadronun suçlu sayılması akla da, vicdana da aykırı düşüyor ve toplumumuzu rencide ediyordu. Türk toplumu, büyük çoğunluğu ile, Demokrat Parti’nin devamı ve uzantısı olduklarını söyleyen siyasi partilere her seçimde oy veriyor, DP dönemine duyduğu özlemini bu suretle açığa vuruyordu. O halde, ortada büyük bir çelişki ve çarpıklık var demekti. Milletimizin, ihtilalin devirdiği insanları baş tacı etmesinin manası açıktı; İhtilal halka dayanmıyor, halktan destek almıyor demekti. Çarpıklık işte burde idi. Bu çarpıklığı düzeltip toplumu rahatlatabilmek için, af kanunlarının ötesine geçmenin ve bu itibarla DP’li politika ve devlet adamlarının suçsuzluklarını ilan etmenin zamanı çoktan gelmişti. Halkımızın yıllardan beri beklediği de bu idi.
            Türkiye Büyük Millet Meclisi, Nisan 1990 tarihinde yeni bir Kanun daha çıkardı. Bu kanun, eski DP’lilerin bu defa itibarlarını hukuken iade etmek suretiyle onları akladı. Ve Yassıada Mahkumiyetini, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı prensibi yüzünden ancak böylesine bir yolla ortadan kaldırmış oldu. İmralı Adası’nda idam edilip orada defnedilmiş olan üç devlet adamının mezarlarının da bir başka yere devlet töreni ile nakledileceği hükme bağlandı. İşte bunun üzerinedir ki; Yıldırım Akbulut hükümeti, İmralı’dan nakledilecek üç mezar için bu anıtı inşa ettirmeye başladı. Mezarların naklinin, Başbakan Menderes’in idam edildiği günün yıl dönümüne, yani 17 Eylül tarihine yetiştirilebilmesi için Anıtmezar, geceli gündüzlü bir çalışma ile 52 gün gibi rekor denilecek bir sürede tamamlandı. Truva vapuru üç şehidin yakınları ile, Demokrat Parti Milletvekillerini alarak 15 Eylül günü akşamı Sarayburnu’ndan İmralı’ya hareket etti. Mezarlar 16 Eylül Pazar günü açıldı. Ve merhumların kemikleri dini törenle üç ayrı tabuta kondu. Truva vapuru 17 Eylül Pazartesi sabahı Sarayburnu’na doğru yola çıktı.
            Cenaze namazları Muratpaşa Camii’nde kılındı ve orada düzenlenen kortej, 25 kilometre ötede bulunan Anıtmezar’a doğru yürüyüşe geçti. Kortejin başında, daha başkanlığı sırasında bu davayı ele alıp azimle takip etmiş olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal yürüyordu. Eski başkentin sokakları yurdun her tarafından gelen insanlarla dolu idi. İmralı’dan gelen tabutları selamlamak için Türkiye’nin 73 vilayetini temsilen İstanbul’a gelen 73 heyet de Anıtmezar’a konulmak üzere getirdikleri topraklarla birlikte törende yerlerini almışlardı. Anavatan ve Doğruyol Partileri’nin merkez ve taşra teşkilatlarının tamamı orada idi.
            Halkımızın Cumhuriyet döneminin en sevilen talihsiz Başbakanı Adnan Menderes’i ve O’nun yine talihsiz kader arkadaşlarını gözyaşları içinde ebedi istirahat yerlerine uğurladı. Bu Anıtmezar’ın çok kısa hikayesi işte bundan ibarettir.Yüce Türk Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara sevgi ve saygı ile aktaracaktır.

 51. YILINDA YASSIADA 
VE DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ

                Atatürk’ün rahmeti rahmana kavuştuğu 10 Kasım 1938’e kadar Türkiye’de bu gün olandan çok daha iyi ve ileri bir demokrasi hüküm sürmekte idi. Devlet, demokratik ve lâik bir “hukuk devleti” olması hasebiyle dürüsttü. Adalet ve Hukuk vardı. Demokrasi kurumlarının gelişmesi ve yerleşmesine paralel olarak, insan hakları da gelişme yoluna girmişti. Umur-u devlet iş başındaydı. Her ne kadar kurtuluş savaşından intikal yoksulluk ve işsizlik var ise de, 1928’den itibaren kurulan 20 banka ve 86 Anonim Şirket sayesinde, nispi de olsa istikrarlı bir kalkınma süreci devam ediyor ve İsmet İnönü’ye rağmen Başvekil Celâl Bayar’ın “kalkınma ve gelişme programı” uygulanmaya çalışılıyordu.
            Derken o acılı gün geldi çattı. 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün vefatı ile mâkus talih başladı. Henüz, Atatürk’ün aziz nâaşı soğumadan, ertesi gün İsmet İnönü 2. Cumhurbaşkanı seçildi. Akabinde, (26.Aralık.1938) Olağanüstü olarak toplanan CHP kurultayı bu defa İnönü’ye “Milli Şef” ve “değişmez başkan” unvanlarını verdi. Böylece İnönü; ebedi genel başkan, milli şef ve Cumhurbaşkanı olarak devlette var olan bütün hak ve yetkileri kendi elinde topladı. Kalkınma durdu. Atatürk’ün programı yürürlükten kaldırıldı.Ta, 1950’ye kadar sürecek karanlık ve kayıp yıllar başladı.
            İkinci dünya savaşının sona ermesi ve geçerli konjonktür gereği 1945’de zorunlu olarak çok partili siyasi hayata geçilmesi ile birlikte CHP’de yaprak dökümü başladı. Bazı yeni partilerin yanı sıra 07 Ocak 1946’ da Demokrat Parti kuruldu. Kısa sürede halkın umudu haline geldi ve “açık oy gizli sayım” usulü ile yapılan 1946 yılı seçimlerinde bu partiye 66 Milletvekilliği lütfedildi. Sonra, efsanevi bir demokrasi ve hukuk mücadelesi başladı. Demokratlar gece gündüz demeden bütün ülkeyi dolaştı. Halkı aydınlatıp uyandırdılar. Atatürk’ün dediği gibi; Milletvekilini halk kendisi seçmeli, yönetimi ele almalı ve devletine sahip çıkmalıydı. “Yeter, Söz Milletindir..” Söylemi ile başlatılan mücadele, her türlü mukavemet, karşı direniş ve “yerleşik oligarşik yapı ve imtiyazlı sınıfın” önleme girişimlerine rağmen sonuçta başarılı oldu. Milli mücadeleden sonra en büyük halk hareketi, “beyaz ihtilâl” olarak gerçekleşti. 14 Mayıs 1950’de, Atatürk’ün en büyük özlem, hayal ve ideali hayata geçti. Cumhuriyet Demokrasi ile buluştu. Cumhuriyet tarihinde ilk kez millet iktidar oldu.
            Halk iktidara gelince ve Demokrasi hayata geçince kalkınma ve gelişme hareketine başlandı. Milletin huzur, barış ve mutluluğu için genel af ilân edildi. Bozulan dengeler yeniden kuruldu. Maddi, manevi, tarihi, bilimsel ve kültürel değerler ihya edildi. Yok sayılmak ve hafızalardan silinmek istenen milli, manevi ve moral değer ve zenginlikler ile Atatürk ilke ve inkılâpları yaşam boyutuna geçirildi. Atatürk’ün, “İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” ve “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” biçimindeki emir ve direktifleri demokratlar tarafından çok iyi bilindiği ve gerçek manâsı yönünde anlaşıldığı içindir ki; içerde ve dışarıda devletin onur ve itibarı yükseltildi. Ulusal ve uluslar arası alanda çok büyük atılım ve açılımlar yapıldı. 10 yıl içinde Türkiye, dünyanın en etkin, saygın, muteber ve zengin ülkeleri arasına girdi. Millet DP’ den ve demokrasiden çok memnundu. O’na 1954 ve 1957’de tekrar ve daha büyük bir güvenle iktidar imkânı verdi.
            Ama Lozan da, Türk milletinin basiret ve bekasını bağlamaya, milli, ilmi, insani ve manevi değerlerinden koparmaya ve Avrupa’ya “köle-kul” yapmaya angaje-ipotekli beyinler bütün bu gelişim ve kararlı değişim süreci karşısında dehşete düştüler. Paniğe kapıldılar. Efendileri de çok huzursuzdu. 23 Şubat 1945 – 01.Eylül 1945, 07 Mayıs 1946 – 06 Aralık 1946 ve 12 Temmuz 1947 antakları ve Lozan’ın tek imzalı özel anlaşmaları önlerine kondu. Bunun üzerine, İhanete odaklı, hain mihraklar 4. kez harekete geçtiler. Türk milletinin en asil, en yüksek ve en güvenilir unsuru, has evlâtları olan ordu içinden bazı gafiller buldular. Beyinlerini yıkadılar. Merhum ve müstesna Menderes ve arkadaşlarının vatan, millet, insan ve devlet sevgisi ile engin hoşgörüsünden yararlanarak; Bin türlü yalan, iftira, dedikodu ve desise sonucu mâkus talihin ikinci avdeti olan 27 Mayıs’ı yaptılar.
On yıl süreyle mucizevi bir kalkınma, gelişme ve demokratikleşme hareketine onurla imza atan ve her biri fazilet timsali olan insanlar, utanmadan, Allah’tan ve milletten korkmadan Yassı ada’ ya tıkıldılar. Adalet ve hukuk tarihimizin ebedi utancı olan “yüksek adalet divanı” nam, emir ve talimatla iş gören, sözde/uyduruk bir mahkeme tarafından ahlâksızca yargılandılar. Aylarca eziyet, zulüm ve işkence gördüler. Bu arada “tedbirler kanunu” çıkartılarak lehlerine her türlü konuşma yasaklandı, DP’nin bütün evrak ve emvali müsadere ve siyasetten men edildi. CHP ve diğer partilere ilişilmedi. Bilâkis iştirak ve işbirliğine girildi. Devlet radyolarında “hırsızlar kervanı” adlı bir yalan, iftira ve çamur atma kampanyası başlatıldı. Sonuçta, onları oraya tıkan kuvvetin dediği yapıldı. İşte, 16 ve 17 Eylül budur. Bu günler, ikinci cumhuriyetin utancı ve yüz karasıdır.12 Eylül’den önce 27 Mayıs’ın yargılanması zorunludur. Aksi takdirde, ülkeye sadece lâiklik dayatılacak ve fakat asla “demokratik hukuk devleti” olunamayacaktır.
MUSTAFA NEVRUZ SINACI